FUAT YALÇIN'ın BLOG'una HOŞGELDİNİZ

Bu blogda insan kaynakları üzerine yazılar bulacaksınız. Yorumlarınızı bekliyorum.
Diğer bloklarıma da girerseniz sevinirim.

6 Temmuz 2008 Pazar

ŞU ÜNLÜ STRES ...

Stresi ne yapmak istersiniz? Bu sevimsiz kavramı bir düşünün bakalım. Bununla başa çıkmak mı istersiniz , yoksa onu yönetmek mi? Ya da ondan kaçınmak mı istersiniz yoksa onu yok etmek mi ya da tümüyle silmek mi, yok saymak mı?
Gazetelerde dergilerde stres karşısında neler yapılacağını çokça gördüğünüzü ve okuduğunuzu varsayarak size bu konuda değişik bir şeyler söylemek istiyorum. Stres elle tutulan bir nesne değildir, yönetilecek bir süreç gibi görünse de bu aldatıcı olabilir çünkü o bir algıdır. Algılarımız değişebilir, değiştirilebilir. Dahası algılar olgulara bağlı olmayıp kişiden kişiye farklıdır. Yağmur yağınca yanınızdaki kişi de sizinle beraber ıslanır( ikinizin de şemsiyesi yoksa) ama aynı anda aynı olaya maruz kalan iki kişiden biri stresi kucaklarken diğeri aynı derecede etkilenmeyebilir. Çünkü onun algısı farklıdır.
Üzüntü, mutluluk , çöküntü, pes etme heyecan gibi ruhsal durumlar aslında bir enerjinin dışa vurumudur. Aslolan bu enerjiyi nereye nasıl yönlendirdiğimizdir.
Olan veya gelişmeye başlayan olaylara karşı çıkıp direnç göstermeye başladığınızda yanlış düğmeye basmış oluruz. Bir yandan sahaya çıkıp mücadele ediyor görünmenin verdiği aldatıcı meşguliyet hissi bizi tatmin eder görünürken, biz elimizde kılıç ve kalkanla başka bir dünyaya karşı savaşa başlamış oluruz. Eğer stres bir düşmansa bu kabul öncelikle onun varlığını tanıma anlamına gelir ki, bu yanlış algılamamızın açık bir kanıtıdır. Siz onu düşman görünce o da kılıcını çekecektir ,hiç merak etmeyin. Çünkü hayattaki bir çok şey gibi stres de bizim dünya aynamızdır. Biz ona kılıcı batırınca o da bizi acıtacaktır.
Peki ne yapalım diyorsanız bakın size öneriler.
Öncelikle algınızı seçin. Sonra dünyanın içinde ve her şeyle beraber olduğumuz gibi, adını söylemeyelim , algıladığınız o olay ile birliktesiniz. Yani o sizin dışınızda değil. Tek ve aynı bütünün parçasıyız. Hologram resimleri gibi. Bunu böyle kabul edin.
Daha sonra sizi üzen düşünce ve duyguyu uçurun evet evet gönderin. Söylemesi kolay değil mi? Ama eğer iyi olacağınızı biliyorsanız ilaç içmez misiniz?Acı da olsa acıtsa da ilacı alın. Zor olanı yapın ve onu uçurun. Düşünce ve duygularınız sizin kontrolünüzde değilse kimin kontrolünde olacak? O zaman onu uçurmanın size özgü yollarını bulabilirsiniz.
Başka bir yol da nefesinizi düzenlemektir. Nefes, evreni içinize çekmek demektir. Evrenin tüm iyilik dolu ve şifalı enerjisini içinize çekin ve içinizi temizleyin. Bu eylem aynı zamanda dünya ile bütünleşmenizi perçinleyecektir.
Bir başka yol sizi üzen dış olaylar karşısında duruşunuzu seçmenizdir. Bunların karşısında siz bir kurban mı olacaksınız?( ahlar vahlar ağlamalar yakınmalar vb)
Bu duruşu seçin ve stresinizi güle güle kullanın.

Stresle başa çıkmanın size söyleyeceğim son yolu havuz problemidir.
Doğru okudunuz, orta okulda üstten dolan ve alttan boşalan havuz problemlerini ve bu havuzları düşünün. Bu havuz sizin hayatınızdır. İçindeki su ise sizin hayat enerjinizdir. O bazılarının sevimsiz veya zor bulduğu aşağıdan havuzu boşaltan delikler ise enerji kayıp noktalarıdır. Sizin enerjinizi tüketen noktaları biliyor musunuz ? Hadi sayın bakalım. Havuza su doldurmak yetmez , kaçakları engellemek gerekir. Kaçakları engellerseniz muhtemel stres kaynaklarını bertaraf etmiş olursunuz. Bunlar neler mi? Sizi üzen kızdıran ama hala tahammül ettiğiniz kişiler , mekanlar, davranışlar, enerji kaçaklarıdır.
Ya bunları şimdi kesersiniz ya da Stresiniz hayırlı olsun.Eğer burada söylenenleri uygulamak istemezseniz siz onu çok seviyorsunuz demektir. Onu hiç yanınızdan ayırmamayı seçtiniz , adrenalin falan diyerek kendinizi kandırmayın. Müstakbel eşinizle mutluluklar.

15 Haziran 2008 Pazar

SİZ HİÇ PENALTI KAÇIRDINIZ MI?

SİZ HİÇ PENALTI KAÇIRDINIZ MI?

Kısmınızda , veya şirketinizde çalışan bir kişi işten ayrılmak istediğinde ne düşünürsünüz?
n aman boşver nasıl olsa yeni birisini buluruz
n zaten çok iyi değildi performansı
n hemen personel ,pardon İK kısmına haber verelim bulsunlar birini
n gitmek isteyeni tutmayacaksın birader
n aman rakibe falan gitmez inşallah
n nereden bulmuştuk bu adamı biz?
n ya gene mi adam arayacağız?
n ne kadar zor bu insanları anlamak
n eğit, yetiştir sonra çekip gitsinler , nankör kardeşim bunlar

İster böyle düşünün isterseniz daha sağduyulu yaklaşın , her halde bir sorunla karşı karşıyasınız. Ama böyle düşünmek istemeyinlerdenseniz doğru yerdesiniz, bu kitabı okumakla doğru seçimi yaptınız.
Siz bunları düşünürken gelin ben sizi insan kaynakları seçme ve yetiştirme olgusunun başka bir köşesine götüreyim .

Gazeteler arada bir yazar, insan kaynakları dergi ve eklerinde arada sırada ama hiç bitmeden bir köşede anlatılır, yeni çıkan ve bir çok kişi tarafından ziyaret edilen insan kaynakları internet sitelerinde muhakkak değinilir , dergiler ekler dağıtırlar ve bu konuya ne kadar önem verildiğini anlatırlar; başlıklar halinde ya da özel makalelerle konu herkesin aklına yerleştirilmek istenir. Normal olarak yazılan ve anlatılan konunun bu kadar yayın organında görülmesi konunun önemine işaret eder. Bunları okuyunca normal tepkimiz “eh tabii ne kadar önemli bir konu mutlaka her iş başvurusunda bulunan kişi bu noktalara dikkat etmeli” olur. Sözünü ettiğim konu “iş başvurularında ve mülakatlar sırasında neler yapmalı, nasıl davranmalı?” konusu. Özgeçmiş yazmak , kendinizi yazılı olarak düzeyli ve anlaşılır bir şekilde ifade etmek birinci ve gerekli bir koşuldur ama yeterli değildir. Esas işe alınıp alınmamanıza karar verilecek olay görüşme veya mülakattır. Bu kadar çok değinilmesine rağmen bazı insanların hala bu önemli buluşmada kritik hatalar yaptığına inanıyorum.
Geçenlerde iş sahibi bir arkadaşım beni aradı ve bir pazarlama müdürü aradığını, adayların mülakata geleceğini söyledi ve benim de mülakatta bulunmamı rica etti. Uzun yıllardır iş hayatında bulunduğumu ve bir çok işe alma işlemi gerçekleştirdiğimi bilerek benden kendisine karar verme konusunda yardımcı olmamı istedi, ben de seve seve kabul ettim. İki günde yedi kişi ile görüştük. Adayların hepsi yüksek tahsilli idi , hepsi iyi derecede yabancı dil biliyorlardı. Deneyimleri ise çeşitli idi. Kağıt üstünde ön elemeyi geçmişler ve görüşmeye davet edilmişlerdi. Adayların çoğu aynı hataya düştüler. Anlattıkça anlattılar. Sorduklarımıza yanıt verirken sormadıklarımıza da yanıt verdiler, hem de uzun uzun. İlgili ilgisiz bir çok şey anlattılar. Bir tanesine işinden neden ayrıldığını sorduk ,kısaca “ çalışma ilkelerimiz uymuyordu anlaşamadık” deyip geçmek varken eski işi ve işvereni ve anlaşmazlık konuları hakkında uzun uzun bilgi verdi. Ben müdahale edip “anlaşamadınız yani” deyip konuyu değiştirmesem kimbilir neler anlatacaktı. Bir diğeri varsayımsal anlatımlara girdi bir başkası bize pazarlama kitaplarında kolayca bulunabilecek konuları ders olarak anlatmaya çalıştı. Hele biri vardı ki ben de arkadaşım da görüşme sonrası bu kişinin ne kastettiğini anlamak için birbirimize ayrıca sorular sorduk. Aday bize bazı özel isimlerden söz ediyordu ve bu şahsı tanıdığımızı varsayıyordu, oysa bu şahıs ne sanayi alanında yaptıkları ne de herhangi başka bir özelliğinden dolayı toplum içinde tanınan bir kişiydi. Aday bize bu şahsa ne dediğini, neler söylediğini anlattı durdu yok durmadı bir sürü şey anlattı. Bu arada dile getirdiklerini bana ve arkadaşıma hiç duymadığımız bazı kavramlarla anlatmaya çalıştı. Bir diğer aday hızını alamadı tuttuğu takımın yenilgisine ne kadar üzüldüğünü anlattı. Başka biri ise yöneticilik dersi verdi. Bir diğeri ise çalıştığı şirketi öyle anlattı ki biz ikimiz hiç bir şey anlamadık, şirketin ne ürettiğini ve pazarladığını anlamadık. Şirketin adını hiç duymamıştık, tabi bu olabilirdi ama bize tanıtıcı hiçbir şey anlatmadan ne kadar muazzam şeyler yaptığını abartarak anlattı. Neden ayrılmak istediğini sorunca da bu şirketten alacağı çok yüksek bir tazminat olduğunu söyledi. Miktar bir profesyonel için gerçekten çok yüksekti ve 25 yıldır iş hayatında olan benim ,ülkemiz koşullarında duymadığı ve inanamayacağı bir büyüklükte idi. Arkadaşım ve ben bu şahsa soru sormaktan vazgeçtik.
Mülakata gelenlerin ortak yönü dinlemeyi ve soru sormayı bilmeden son sürat kendileri hakkında konuşmaları idi. Biz hiçbir adaya karar veremedik , vermedik; bu gelenleri işe almayı düşünmedik bile. Benim şaşırdığım nokta bu kadar tahsilli insanların kendilerini hiç tartmadan konuşmaları , ağız freni diye bir şey bilmemeleri oldu. İnsanlar kendi geleceklerini ilgilendiren bu önemli görüşmeye ne kadar hazırlanıyorlar!
Konuya başka bir açıdan bakarak iş görüşmelerini ben aslında penaltı atışına benzetmek mümkündür. Herkes penaltı atışında kalecinin çaresiz olduğunu ve kurtarılması çok zor olan bir vuruş ile karşı karşıya kaldığını düşünür. Aynen iş istemek için mülakata giden adaylar gibi. Ama bence bunun tersi geçerlidir. Penaltı gol olursa kimse kaleciye bir şey demez ama vuruşu yapan golü atamazsa herkes ona öfkelenir. Adayın bin bir engeli aşamaması veya bir çok kişinin arasında seçilen olamaması daha yüksek bir olasılıktır tıpkı penaltının gol olması gibi. Ama yapılan seçimin doğru olmaması penaltıyı kaçırmak gibidir. Görüşme sırasında iki taraf ta heyecanlıdır. Kendisine ne kadar güvenirlerse güvensinler her iki tarafın hata yapma olasılığı vardır. Aday hata yapması sonucunda işe alınmayabilir, hata yapmasa da işe alınmayabilir , bu halde yeniden iş aramaya devam edecektir. Ama adaya çalışma teklifi yaptıktan yani işe kabul etme kararı verdikten sonra bu kararın yanlış olmasının doğurduğu sonuçların etkileri adah ağır olabilir.
İşe almaya karar verilen kişinin iş hayatında gerekli performansı gösteremediğinin veya işe uygun olmadığının bir süre sonra anlaşılması ne kadar acı olur değil mi?

PERFORMANSI NASIL DÜŞÜRÜRÜM?

Çalışanlarımızın daha kötü çalışmasını sağlamak elinizdedir. Onlara yaklaşımınızda aşağıda belirtilen dört ana yolla bu hedefinize kolaylıkla ulaşabilirsiniz.
1.ONU ŞAŞIRTIN
Sabahleyin erkenden onun yanına gidin hal ve hatırını sorun. Sonra bir akşam birlikte yemeğe çıkın ve onunla ne kadar dostane bir şekilde anlaştığınızı gösterin. Arada bir yerde “ iş her zaman yürür aslolan dostluktur” gibi sözler söyleyin. Ertesi sabah onun yerine o gelmeden önce gidin. O oradaysa güzel sözler söyleyin. O sizden sonra geldiyse onun masasına oturun ve yabancı gözlerle ona bakın. Profesyonelliğin işe hep erken gelmekle başladığını söyleyin.
Akşam yemeğinden söz etmeye kalkarsa “ iş başka arkadaşlık başka “ deyin.
Bunun dışında başka şaşırtma hamleleri de yapabilirsiniz.
2. BASİT EZİYET
Bir gün onu odanıza çağırın ve ona hal hatır sormadan bir çok iş yükleyin.
Ne zaman istediğinizi söylemeyin, ne zaman yetiştirebileceğini sormayın. Başka işe dalın ve onu veya sorularını görmezlikten gelin.
Ertesi gün yanına gidin ve omzuna dokunup “hadi bakalım işleri yapıyorsun” deyin ama vereceği yanıtı beklemeyin. Ertesi gün yemekte “bitiyor işler değil mi? “ deyip hızlıca yanından geçin. Bir gün sonra odanıza çağırın ve işleri sormak yerine doğrudan hesap sorun. “Niye bitmiyor bu işler kardeşim?” diye hafif bağırmaya başlayın. Yaptığı şeyleri göstermeye kalkarsa acele ile bakın ve bilmiş tavırla devam edin. “ Sen anlamıyorsun bunların hepsi bir bütündür, hepsi olmayınca hiçbir işime yaramaz benim bunlar”.
Sonra olmaz böyle şey gibi içinizden söylenmeye başlayın ve kafanızı iki yana sallayın. Son söyleyeceğiniz şey “kapıyı kapa da biraz çalışayım” olabilir. Kibar olmanız gerekmez ,kerata haddini bilsin.
3.SİNDİRME
Karşılaştığınızda ona imalı imalı bakın ve kafanızı iki yana sallayın. O merakla bakınca. “Bilmiyorum bakalım neler olacak “ deyin. “Senin için üzgünüm” ü de ekleyebilirsiniz. Sonraki günlerde odanıza çağırın ve bu işin böyle yürümeyeceğini söyleyin. Soru soramayacaktır mutlaka, ona gizli bir şey biliyormuşsunuz da söylemiyorsunuz havası verin. Sonra kişiliğine yönelin ve yaptığı işlerin kendi kişiliği nedeniyle kalitesiz olduğunu açıkça belirtin. Bu durumdan daha çok çalışarak çıkabileceğini , onu hep kontrol edeceğinizi söyledikten sonra , tehdit edin: “ Bu iş böyle giderse sonucu tahmin edersin herhalde...” Sonra birden susun ve şiddetle, gözünüzü ayırmadan gözünün içine bakın. Gözünü kaçıran kaybeder. O gözlerini kaçırmazsa “ ne oluyor” anlamında kafanızı sallayın, konuşmadan. Kaçıracaktır.


4.İKİNCİ DERECE EZİYET
Birlikte bir toplantı veya müşteri ziyareti sırasında onu küçük düşürün diğer insanların arasında , mutlak bir şey bulursunuz nasıl olsa. Sudan olabilir.
Akabinde ona iyi bir ders verin, işler nasıl yapılır diye bir monolog yoluyla.
Her gün programlı olarak aynı saatte çağırın ve yaptığı işlerin ayrıntısını sorun.
Sudan bir şeyi bahane edip” neden bana sormadan yaptın?” diye azarlayın.
Kendi yetkisini size sormadan kullanamayacağını söyleyin.
Bir gün yapmadığı bir işi görünce veya her şeyi size sormaya kalkışınca yakalayıp sıkıştırın.” Kardeşim her şeyi bana soracaksan senin ne yaptığını düşünürüm ben” deyin acımasız ve sert bir dille.

Bu ve buna benzer türemiş davranışları arasız ve sırasız yerine getirebilirsiniz. Emin olun daha çok çalışacak ama daha az iş üretecektir. Gazanız mübarek olsun.

ÇALIŞAN PERFORMANSINI GELİŞTİRME YOLLARI

Yöneticiler ne ister dersem hemen yanıtınız hazırdır. Çalışanların performanslarının artmasını isterler. Siz performans artışı derken bir takım eylemleri ve sonuçları düşünürsünüz ama sizin sözünüzü duyan kişi, yanınızda çalışan veya sizinle birlikte aynı işyerinde bulunan kimseler tam olarak ta aynı eylem ve sonuçları düşünmüş olamazlar, Muhtemelen onların da zihinlerinde bir performans tanımı vardır. O halde Performans artışını biraz daha somut olarak anlatmak gerek sanırım , kalıplaşmış tanımlardan biraz uzaklaşarak. Çünkü soyut kavramlar herkes tarafından aynı şekilde anlaşılmaz.
Aslında yöneticiler iş sonuçlarına bakarlar. Aynen onların amirlerinin yani patronların, hissedarların baktığı gibi. İş sonuçlarına ulaşmak için bir çok şeye ihtiyacınız vardır.Bunlardan en önemlisi de insandır. İnsanların hedeflenen iş sonuçlarını üretmesi çalışmaları yoluyla olur. Çalışmaların yönetimin istediği gibi sonuçlanması için bakın neler gereklidir:

Beklenen sonuçların açık ve net bir şekilde çalışanlara iletilmiş olması.
Ölçülebilir ve zaman bağlı olan ve “bana göre” diye nitelenmeyecek somut hedefler olmalı bunlar.
2.Çalışanlara işlerini yürütmeleri için gerekli ortamın hazırlanmış olması.
İş yeri ,makine, teçhizat bilgisayar prosesler vb.
3. Çalışanlara yaptıkları iş karşılığında bir bedel ödenmesi.
Bu etkenleri hazırlamak yöneticinin veya işveren temsilcisinin görevidir.
Buna karşılık çalışanların da yapacakları şeyler vardır:
1.İş saatlerini tümüyle işlerine adamaları, bedenen ve zihnen orada olmaları
2. İşlerini sevmeleri ve kendi işlerinin sahibi imiş gibi çalışmaları
3.Meraklı ,araştırıcı, problem çözücü, sonuç üretici, olarak işlerini zamanında bitirmeleri.
Gördüğünüz gibi işler karşılıklı , üç üç berabere durumda işveren ve çalışan.
Amerikalılar çok sever böyle sayılarla bir şeyler anlatmayı belki okuyucuya pek cazip geliyordur , bakalım bir sonraki öneri de ne çıkacak diye bekliyorlardır. Siz de başlıktaki yedinici yo ne ola ki düşünüyorsunuz umarım.Yedinci yol ise kazan kazanın olmazsa olmaz şartıdır ve her iki tarafın birlikte yapması gerekli bir eylemdir.
Yedinci yol hava , atmosfer veya akvaryumun suyu gibi nitelendirilebilir.
Tüm çalışanların birlikte soludukları havanın temiz ve besleyici olması gerekir.Bu hava yönetim yaklaşımından , ilkeli davranışlardan başlar, herkesin doğru ve olumlu niyetle çalışması , yapıcı iletişim ve ilişkilerin sürdürülmesi ile yürür ve çalışanların bağlılığından geçerek üstün performansa giden yolun önündeki karları eritir.
Yedinci yolu düşünen her yönetici ve çalışanın birincil görevi havayı, çevreyi temiz tutmaktır.

SESSİZ KAHRAMANLAR

İsterseniz onları arayıp bulabilirsiniz, çünkü bir yöneticinin en güveneceği kimseler onlardır. Belki de şirketleri ayakta tutanlar onlardır. Şimdi bu kişileri nasıl bulacağınız düşünüyorsunuz değil mi? Onların alnında bu özellikleri yazmaz, kendilerine özgü bir kıyafetleri de yoktur. Ama onları diğerlerinden ayırt eden özellikleri vardır. İşe gelmemezlik yapanlar kimlerdir? Baskı altında dahi tam iş çıkartanlar kimlerdir? İşleri en iyi şekilde zamanında teslim edenler kimlerdir? Takımın ihtiyacı olduğu zaman ek işler üstlenmeye kim hazırdır? Diğerleri ortada yokken fırtınada yelkenleri açmak üzere güvertede kim bulunur? Sürekli, talimat almak, yol gösterilmesini beklemek yerine yola çıkan ve iş bitiren kimlerdir? Kim sakin ve göze batmazdır ? Yalnız yaptıkları ile konuşanlar kimlerdir? Patron yanıbaşında olmadığı zaman da iyi iş çıkaran, güvenebileceğiniz kimse kimdir? Kim problem yerine çözümler getirmektedir? Kim diğer arkadaşlarına kendilerini geliştirmek üzere yardım etmektedir? Kim kendini geliştirmeye hazırdır? Kim grubun moralini yüksek tutmaya hazırdır? Kısacası ihtiyacınız olduğu zaman yanınızda olan kişi kimdir? Bu insanlara yakın olunuz onlara yalnız şef amir olarak yaklaşmayın, onlara iyi iş çıkardıkları için iyi bakmanız yetmez. Bu kişilere diğerlerine davrandığınız gibi insanca davranın. Onları insan yerine koyun. Onların ne düşündüklerini ne hissettiklerini sorun. Onların hayatının daha anlamlı olması için, sizin neler yapabileceğinizi düşünün. İşte o zaman iyi bir yönetici olma yolunda önemli bir adım atmışsınız demektir.

KARİYERİMİZ VE YAŞIMIZ

İş yaşamım boyunca iş görüşmesi yapmak için bir çok kişi bana geldi. Öte yandan fikir danışmak için de gelen bir çok genç ile görüşme yaptım. Gelenlerin bir çoğu özgeçmişlerini güzel olarak yazmışlardı. Ben de özgeçmişlerini incelerken bir çok noktayı inceler onlara soru sormak üzere hazırlanırdım. Bir iş görüşmesinde sorulması artık geleneksel hale gelmiş soruları sırayla geçip, kişinin aranan mevkiin özelliklerine uyup uymadığını irdeledikten sonra asıl merak ettiğim konulara gelirdim. İş görüşmesine gelenlerin anlatacakları iki konu özellikle dikkatimi verdiğim konular olurdu. Bunlardan birincisi kişilerin iş yaşamları dışında nelerle ilgilendikleriydi. Bir insanın çalışkanlığı, iyi iş alışkanlıkları olması, yetkinliği önemlidir, mutlaka göz önüne alınmalıdır. Aynı kişinin özel yaşamında nelere ilgi gösterdiği ise onun alışkanlıklarının diğer yüzünü göstermesi ve zamanlarını nasıl değerlendirdiklerini ortaya koyması açısından çok önemlidir. İkinci önem verdiğim özel konu olarak onların daha önce neler yaptıklarına ve hangi iş yerlerinde çalıştıklarına bakardım. Şimdilerde de gözlediğim üzere çok sabırsız olan gençler bir iş yerinde çok uzun durmaz ve özgeçmişlerinde kısa çalışma süreli bir çok iş yerini yazmış olurlardı. Ben de fazla iş değiştirmenin çok iyi olmadığını içimden geçirir ama iş yaşamının ilk çeyreğinde böyle davranmanın doğru olduğunu düşünürdüm. Öyle ya insan iş yaşamının başında birkaç iş yeri değiştirir ve son olarak uzun yıllar çalışacağı belki de emekli olacağı şirketi bulur ve uzun yıllar bu şirkette çalışırdı. Ben ise üniversiteyi bitirmenin ardından girmiş olduğum iş yerinde uzun yıllar çalışma fırsatı bulmaktan mutluluk duyar ve o ilk yerinden emekli olacağımı düşünürdüm. Tabii o zamanlar beni saran paradigmalarımın farkında değildim. Sanki benim içsel sesimi duyan ve bana sürpriz hazırlamaya can atan iş hayatı, acımasız öğretmen hayat ile işbirliği yapmaya söz vermişler ki, sınavlarını hemen önüme koydular. Kendi isteğimle 40+ ( tam olarak 43) yaşımda kendime yeni bir kariyer yolu aramaya koyuldum. İş görüşmelerinde çok iş değiştiren gençleri içten içten eleştirmem dönmüş dolaşmış bir başka şekliyle beni bulmuş olmalı ki yine 40+ da ikinci kez kariyer yollarının Arnavut kaldırımlarında dizlerimi çürüttüm. Gençlerin bir çoğu bu atlama veya arayışları kariyer emekleme döneminde yaparken ben yaşamın cilvesiyle ( zaten ne cilvelidir bu hayat değil mi? ) dizlerin romatizmaya davet çıkarmaya, doktorlara daha sık görünmeye başlanan yıllarda kariyer geliştirme aşamasını yaşamaya başladım.Eh tabi şimdi sizlere, dördüncü çeyrekte yol aldığım şu günlerde, iş yaşamının üçüncü çeyreğinde iş değiştirmenin ve kariyer yolları aramanın faziletlerini şimdiki deneyimlere dayanarak ve yeni paradigmalarımla anlatırım.Deneyimin alışagelmiş tarifini bir tarafa koyarak Aldoux Huxley’in anlatımıyla deneyimi inceleyecek olursak, o, başımıza gelenler veya yaşadıklarımızın toplamı değil, başımıza gelenler sonrası ne yaptıklarımızdır. Bunları bilince yani yaşadıklarımızdan ders çıkartınca bir yaşam ustası olmak yolunda önemli adımlar atmış oluruz.Evet yaşam ustası olmak istiyorsak kendimize bazı sorular sormamız gerekiyor.Kendime nasıl hizmet edebilirim?Başkalarına nasıl hizmet edebilirim?Bir yaşam ustası kendine nasıl hizmet edebilir?Bir yaşam ustası birlikte yaşadığı toplumun her üyesine nasıl hizmet edebilir?Bu soruları ve yanıtlarını derin düşünceye dalarak irdelediğimiz zaman bir yaşam ustası olmanın yanı sıra, hayatımızın sürekli değişen anlarında bir dönüşüm ve değişim ustası olmamız mümkün olacaktır. Bilindiği gibi zekanın bir tanımı da insanın bulunduğu yeni çevreye ve koşullara uyum gösterme yeteneğidir. Kırkından sonra iş değiştirmek ve kariyer yolları aramak ta yeni bir durumdur ve bunun üstesinden ancak kendini ve çevresini aydınlatan sönmeyen yıldızlar, yaşam ustaları gelebilir